Hiç başımızdan eksik olmayan gökyüzüne:)

DUNYANIN UZERİNDE YATAN

 

Dünya da çok kötü çok korkunç şeyler oluyor, aklımızın alamayacagı….Bazen zihinlere durgunluk veren seyler.. Bakınca insanın günlerce aglayabilecegi şseyler belki. Ama bir yandan da çok güzel şseyler oluyor. Tüm medya, tüm dünya bu kadar kötüye, olumsuza odaklanmısken.. Siz hala iyimserseniz, kötüye, zora, olumsuza ragmen dünyanın iyilesebilecegine tüm kalbinizle inanarak bakıyorsanız… Aslında bir nevi donkisotsunuz. Yeldegirmenlerine karsı ciddi bir savas açmıssınız demektir. Insanlar yarı deli, iflah olmaz bir hasta gözüyle bakarlar, bazen en sevdiklerin ve inandıklarında..Sen elinden geleni yapıyorsan kötüye karsı, en çok enerjinle ve sevginle ve sonra güzel olana dönüyorsan yüzünü, dünyanın daha iyi bir yer olacagına inanıyorsan, çokta ilgilendirmez seni sana deli demeleri. Yagmurun ellerini tutabiliyorsan, asktan ölünebilecegine inanıyorsan, bir kusun mutlu olması, bir kedinin doyması bazen dünyalara bedelse çok ta önemli degildir sana ne dedikleri..

Yagmur herkese yagar
Güneş ısıtır herkesi
Mevsimler herkes içindir
Yalnız çıg altında kalan
Sele kapılan her zaman birkaç kisi

Herkes içindir ask da ayrılık da
Yalnızca birkaç kişi ölür acıdan
Eskiden ölümle tartılırdı ayrılık
Kiminin hayatı yalnızca unutkanlıktan

Her sey, herkes için degildir oysa
Kimi hiçbirsey ögrenmez karanlıktan
Yalnızlıgı kullanmayı bilmez kimi
Kimi ayrılamaz karanlıktan

Yagmur herkese yagar
Ama çok az insan tutar yagmurun ellerini
Onca sarkı onca film onca roman
Ama sevmeye yetmez herkesin kalbi

Çıg altında kalan sele kapılan
Asktan ve acıdan ölen
Birkaç kişi dünyayı baska bir yer yapmaya yeter
Aslında onların hikayesidir anlatılan
Digerleri dinler, seyreder, geçer gider
Geçer gider herkes
Hikayelerdir geriye kalan.

Murathan Mungan

Herşseye ragmen sarkı söylemeye çalısmaktır ancak hayat. Sarkı söylemeye çalısırken ve sarkının tüm evrende yankılandıgını hissederken evrenle birlikte titresmektir.

‎” Bu arada; hiç basımızdan eksik olmayan gökyüzüne, günün karanlık saatlerine, ara sıra kopsa da fırtınalara, bir gün bogulacagımız denizlere, eski günlere, neler olacagını bilmesek de gelecege, kötülüklerle dolu olsa bile tarihe, tarihin akısını düze çıkarmaya çalısan tüm güzel yüzlü çocuklara, Donkisotlar ‘a, at hırsızlarına, Ernesto Çe Guevara’ya, yollara-yolculuklara, sevgililere, sevismelere, sadece düsleyebildigimiz olamamazlıklara, üsürken ısınmalara, her seyden sıcak annelere, babalara ve tadını bütün bunlardan alan sarkılara kendi sıcaklıgımızı gönderiyoruz. Kötü seyler gördük. Savaslar, katliamlar, ölen-öldürülen çocuklar gördük. Kendi dilini, kendi kültürünü, kendisini kaybeden insanlar, topluluklar gördük. Yanan köyler, kentler, ormanlar, hayvanlar gördük. Yoksul insanlar, aglayan anneler, babalar, her gün bile bile sokaklarda ölüme kosan tinerci çocuklar gördük. Biz de öldük. Ama her şseye ragmen bu yeryüzünde sarkılar söyledik. Tesekkürler dünya…”

– Kazım KOYUNCU –

Tesekkürler dünya, herseyinle acılarınla, kirinle pasınla seni seviyorum. Sarkımı tüm kalbimle söylemeye ve sarkımın kalbimi açmasına önce benim kalbimin sonra tüm evrenin sarkımızla yankılanmasına ve bunun için bu bedenin bir hiç olduguna, canımı verebilecegime yemin ediyorum:)

http://www.youtube.com/watch?v=y1aWg9ziDW0yemekyiyen

Parfümün Dansı

parf

Yıllar yıllar önce okuduğum bir kitap yeniden düşünce önüme ve beni yeniden okumalısın hem de çabucak deyince, hayatımda belki de bir dönüm noktası olunca, deliler gibi okudum tabi yeniden ve aşık oldum yine bu kitaba. Ve yıllar önce okuduğumda da aynı şeyleri söylemiş miydi anımsayamadım, ama ne çok şey söyledi:) Hayatımın güzel sürprizlerinden biri oldu.

“Ölümü fiziksel olarak yenebilmek için akla gelmeyecek şeyler düşünmeli, cevabı olmayan sorular sormalıyız. Ama yine de kendimizi felsefenin soyut buharları arasında kaybetmemeliyiz” demiş.

“Doğduğumuz zaman bir rüya çorbasının içinden çıkarız, öldüğümüzde rüya çorbasına gerisin geri batarız. İki çorbanın arasında kuru bir alan vardır, hayat sevkiyattır.”

“Günün birinde ölümü zeka yoluyla yenmek isteyen insanlar çıkacak, oysa gerçek ölümsüzlük için kalbin ve ruhunda gelmesi gerekiyor.”

Ölümsüz olmak ister miydiniz? Tüm korkularımız ölüm korkusundan gelirken, yaptığımız herşey belki de ölümü alt etmek içinken kim istemez değil mi? Ama birçok insan istemez bence ve istemiyor da.

Oyuncul bir roman yazmış Tom Robbins, başrolde pancar var:) Ve Ölümden kaçan ve ölümsüzlüğü arayan Alobar ve Kudra. Bir masal yazarıdır Robbins, bazen bir kıl yılana benzer, bazen bir kadın bal ve tuza, bazen de bir terlik sigaraya dönüşür.

Bu bir kaderini kendin yazma, kalıplara ve onun ötesinde ölüme karşı çıkma hikayesidir.

Kral Alobar, kendisine dayatılan ölümü reddetmiştir. Bu büyük bir ayrılık getirse de ölüm yerine hayatta kalmayı seçmiştir. Ona dayatılan krallığının töresinde yer alan yaşlanınca öldürülme yazgısına karşı çıkıp bu yazgıyı alt etmiştir. Kudra da benzer bir hikayeye sahip. Ölen eşinin arkasından diri diri yakılma adetine karşı çıkmış, kendini dul bir kadın olarak eşinin ailesinin hizmetine adamayı da reddetmiş, kendi olabilmek için ülkesinden ayrılmıştır. Bu milat öncesi ikilisi hem birbirlerine kol kanat germişler hem de ölümsüzlük adına öğrendiklerini uygulayarak hikayeyi de şimdiki zamana taşımışlardır. Ve aslında parfüm arayışı ise bir zamanların doğa dostu güçlü tanrısı, bireyciliğin kaynak noktası ve kalıpları reddetmenin sembolü tanrı Pan‘ın kokusunu gizleme çabasıdır. Alobar ve Kudra gün geçtikçe unutulan, insanların dinlere inanıp gitgide doğayı, kalbi ve ruhu reddettiği ve sadece kurallarla yaşadığı devirde gitgide görünmez hale gelen ancak kokusu duyulan Pan’ı gizlemeye çalışmaktadır. Fakat bu öyle bir koku olmalıdır ki, mekan fark etmeksizin bu kokuyu duyanları birbirine bağlayabilmeli, koklayan kişi bu kokuyu duyan bir başkasının onun ruh eşi olduğunu bilmelidir.

Parfümün dansında yaşama dair tüm kavramlar yeniden yazılıyor, yeniden bakılıyor her birine yakından.

” Öyle sert bir adamdı ki, kırk yılda bir yüzüne zorla bir gülümseme kondurduğunda vücudu o gülümsemeye bir hastalıkmış gibi muamele eder, bu yabancı hayatı bünyesinden bir an önce atabilmek için interferon salgılama hızını üç katına çıkarırdı.”
  ” İnsan, varoluşu bir ödüller ve cezalar sistemi gibi görecek kadar yüzeysel olsa bile, zaferlerimizin karşılığını da yenilgilerimizin karşılığı gibi pahalıya ödediğimizi er geç anlar. “
” Gülümseyerek uyudular. İşte şeytan denen varlık, horozlara sabahın beşinde ötmeyi, uyuyan çiftlerin yüzündeki gülümseme ifadesini silebilmek için öğretmiştir. “
 ” İnsan kendini ölüme programlar. Daha ilk soluğumuz alırken, son soluğu beklemesini öğretirler bize. Eğer insanı başka şey öldürmezse bu telkin öldürmeye yeter… Vücut, zihnin uşağıdır. Eğer vücudumuza durmadan, yetmiş ikiye vardığımızda nalları dikeceğimiz söylersek, yetmiş ikiye varınca gerçekten dikeriz nalları….  Eğer ölümün kaçınılmaz olduğuna inanıyorsan, o zaman kaçınılmazdır. Tutum meselesi, tutum. Tabutu çivileyen ölüm isteğidir. Hem de her seferinde.” 
“Ölüme giden şey yaşlanmak değildir, yaşlanmanın sonunda ölüm geldiğinde inanmak götürür bizi ölüme”
Hatta her ölüm aslında bir intihardır bile der Robbins.
 ” Aşkın yüce işlevi, sevilen insanı özgün ve yeri doldurulmaz biri yapmasıdır. ama aşıklar yinede kavga eder. çoğunlukla aralarında ki havayı yeni baştan elektriklendirebilmek, ilişkilerini canı tutabilmek için ederler bu kavgaları. “
“Arzularımızla özdeşleşince, onları fazla ciddiye alınca yalnız hayalkırıklığına karşı duyarlılığımızı artırmakla kalmıyoruz, ayrıca o arzuların serbestçe ve kolayca yerine gelmesini de zorlaştıracak bir atmosfer yaratıyoruz.”
“Geleceği özlemek geçmişte yaşamak kadar cansız” diyor ve aslında anda kendi masallarımızı yazmamızı söylüyor bize.
Ve en çok hoşuma giden…
“Ne yaparsan güzel yap
Doğru dürüst soluk al
Meraklı kalmayı sürdür ve Pancar ye.”
4 Elementi ve bunlarla nasıl uyumlanacağımızı anlatan bölümler, enerjiyi anlatan bölümler, ölüm ötesini anlatan bölüm(Bana Defending Your Life filmini anımsattı.) hepsi çok güzel.
Ve benim için en güzeli Kudra olmak ve Alobar’ı kitabın satır aralarında anlamaya çalışmaktı.
Okuyun, masalın içinde kaybolun derim ve hayatınız masal olsun.
Kitap-Sozleri-Tom-Robbins

Can çarpması

mavi gezegen

– Başka bir dünya mümkün mü?

Mümkün ve değil. Önce varolanı kabule geç, daha geniş düşün daha geniş bak bakalım neler görüyorsun?

– Acını duygunu reddetmeden yaşamalısın.

Acıda kalmak da çok yorucu, acı bedenimden özgürleşmek istiyorum.

– Neden bu kadar çirkinleştiriyoruz dünyayı?

Sana göre çirkin sadece sen yoksun ki bu dünyada.

– Neden benim ülkemde bu kadar çok acı zorluk var.

Tarihte çok büyük acılar yaşanmış tarihe bak.

– Elimden geleni yapıyor muyum?

Bunun cevabı yok.

– Sadece kendimi düzeltebileceğimi bilirken başkalarını düzeltmeye kalkmak neden?

Hepimiz herşey bizim istediğimiz gibi olsun istiyoruz. En doğru biz biliyoruz sanısındayız:)

Dünyadaki şiddet gördüğümüz kadar mı?

Hayır sadece gözün gördükleri bunlar bize gösterilenler. Çok çeşitli şekillerde o kadar çok şiddet var ki. Gereksiz bir ameliyat da şidddet değil mi, ya da insanların bedenlerini ilaçla doldurmak gerekmediği halde. Ya da biz güzel olacağız diye hayvanlara yapılanlar, ya da bağımlılıklar ya da ya da…

Günlerdir kafamın içindeki sorular ve yanıtlar…. Bazısı kolay bazısı zor sorular, bazısı yanıtlanabilir, bazısı yanıtlanamaz.

Dünya evrende minicik bir nokta. Bu dünyada bir düzen kurulmuş düaliteye dayanan. Haklı haksız, güçlü güçsüz, fakir zengin, güzel çirkin gibi tanımlamalarla. Ve dünyadaki tüm insanların aklına kazınmış, en güçlü, en güzel, en zengin…. olmalısın.  Ve buna inandırılan insanlar bunun için çeşitli şekillerde savaşır dururmuş, bu dünya gezegeninde. Ve bu yüzden çok canlar yanarmış çeşit çeşit şekillerde.

Tüm bu ayrımlardan % 100 kurtulmak mümkün mü? Dünyada yaşadığın sürece zor. Bitiktiriyorsak, biz doğruyuz diğerleri yanlış diyorsak, paylaşmıyorsak, gönülden almıyor, gönülden vermiyorsak zor.

Ama minik minik adımlar atmak mümkün. Böyle bir sistem olduğunu farketmek, iyileştirmeye, düzeltmeye önce kendimizden başlamak, olan biteni daha geniş pencereden bakarak anlamaya çalışmak ve bütün bunlar olurken minik minik şiddetsizlik adımları atmak. Yine önce kendinden başlamak kendime şiddet uyguluyor muyum diye bakmak, şiddetin bedeninde zihninde  ya da duygularında olabileceğini farketmek. Bu farkındalıkla kendine daha iyi davranmaya başlamak, sonra bu çemberi genişletmek, genişletmek, genişletmek.

Ve sonra yaratmak önce kendin için yaratmak, sonra dünya için yaratmak yaratmak yaratmak.

İnsanı açıklamak zor, dünyada olan biteni belki daha kolay, en vahşi en zorba, en cahil yanımızı görüyoruz şu an dünyaya baktığımızda.  Ama benden ayrı gayrı değil parçam benim.

Dualiteden uyanmak,  aklını kullanmak ve zarar vermemek önce kendine sonra dünyadaki tüm varlıklara.

Herbirimiz bir Yunus olamayız belki ama ona kulak verebiliriz.

Hergiz ölümün sanmaz,ölesi günin anmaz
Bu dünyadan usanmaz,gaflet önin almışdur

Yunus Emre

Benim annem canım annem:)

anne
BENİM ANNEM GÜZEL ANNEM
Küçücükken başucumda
Bana ninni söylerdin
Sabahları uyanınca
Beni okşar severdin
Benim annem güzel annem
Beni al kollarına
Kucağında uyut beni
Ninniler söyle yine
Bugün hala kulağımda
Çınlıyor tatlı sesin
Benim annem kalbimin sen
En güzel yerindesin
Benim annem güzel annem
Beni al kollarına
Kucağında uyut beni
Ninniler söyle yine
Hep böyle bir özlem içindeyiz galiba ve o anne kokusu anne şefka i her daim aradığımız. Küçükken ben bu şiirle annemin anneler gününü kutlardım hala öyle kutluyorum ve küçücük bir kız oluveriyorum:) Ve bu hep böyle olacak gibi, annem hayatta olsa da olmasa da. O ilk an,  ilk kucaklama, dünyaya ilk merhaba farklı bir alemde yanında olan o melek hep yanında ömür boyu. Anneme çok kızdığım zamanlar oldu, çok küçümsediğim, çok kırıldığım, görmek istemediğim. Sonra bir baktım o kadar haklı ki ne derse ne yaparsa. Benim annem gibi yani şu an 70 lerini süren anneler çocukları için varlar. Bazen bunu eleştirsem kızsam da onların yaşam şekli bu ve belki de benim hiç bir zaman başamayacağım birşey. Kendini unutur bizi düşününce, elinden geleni yapar. Beli dizi ağrısa da ben hastayım gidemiyorum diye en sevdiğim mercimek köftesini paketler gelir anneler gününde, olmayan parasından bana hala harçlık verir, hata yapacağımı gördüğünde yüzündeki endişeyi görürüm bilirim haklı olduğunu, düştüğümde de mutlaka elimi tutar.  Beni benden iyi tanır, bilir, beni benden çok kollar korur.
Bugün herkes annesini daha yoğun hissediyor daha yoğun anıyor, belki kızıyor, belki de şükrediyor. Varlığını hep hissettirecek hep anne kokum olacak burnumda en zor zamanlarında. Ah annem senin kadar sevgi, şefkat dolu olur muyum bir gün…

Yogayı Anlatmak ve Yaşamak

Benbizhepimiz's Blog

baby-yoga 

Yogayı anlatmak daha mı zor daha mı kolay şimdi diye düşünüyorum günlerdir. Aslında hiçbirşey değişmedi, yine değişen bizim bakışımız, duygularımız. 

Yoga temelde insan olarak gelişmemize yardım eden bir sistem, okuyarak, dinleyerek, izleyerek anlaşılabilecek bir sistem değil. Yoga okumazsınız, yogayı deneyimlersiniz. Yogayı deneyimledikçe yogayı anlarsınız, yogayı hissedersiniz, yoga olursunuz bir ve bütün. 

Çok karmaşık ama bir o kadar da basit bir sistemin içine doğmuşuz, maddenin en yoğun algılandığı, sadece maddeye, maddeyi hissetmeye, maddeyi biriktirmeye, madde için savaşmaya yönelik bir sistem. Dolayısıyla en çok karanlıklarımızı ortaya çıkaran bir sistem. Ancak karanlığın içinde ışıkta bir o kadar mevcut. Ve ışığın içinde de karanlık….Yin ve yang. 

Yoga işte bu madde aleminden mana alemine doğru yolculuğumuzda bizi destekleyen, yaşamın daha derin anlamını farketmemizi, idrak etmemizi ve daha güçlü olmamızı sağlayan bir sistem. 

Yoga yaptıkça bilinç ahenkle genişler. Beden güçlenip esnekleşir ve zihin sakinleşir. Yaşama bakış değişmeye, yaşamdaki kalıplar, oynadığımız roller farkedilmeye, yaşama karşı farklı…

View original post 312 kelime daha

Kirpi ve Kibir – Zarif bir Kirpi – Le Herisson

yasamaya-deger

Apartman görevlinizin ismini biliyor musunuz? Onunla içten iki çift laf ediyor musunuz? diye başlasam. Ya da böyle hayatımıza küçük küçük dokunan bir sürü insan var, durup bakıyor muyuz? Hayatlarını nasıl geçiriyorlar, neye gülüyor, neye ağlıyorlar? Oysa bilmediğimiz ne çok şey var ve bilmeye niyet edersek hiç ummadığımız insanlar hayatımızı ne kadar çok zenginleştirebilirler belki de. Canım Meltem’cim tavsiye ettiğinde Kirpinin zarafetini okumuştum ve çok etkilenmiştim. Geçenlerde tesadüfen filmine rastladım, hatta filmde biraz ilerledikten sonra farkettim o olduğunu. Kitaptan sonra film çok tad vermez. Ama filmde çok keyifliydi ama tabi ki kitabın tadı ayrı.

Paris’in, zenginlerin yaşadığı bir bölgesi, Renee kilolu, bakımsız, fazla konuşmayan orta yaşlı bir apartman görevlisi, apartman sakinleri onun farkında bile değil. Ancak kendi dairesinde bambaşka bir hayat yaşar Renee, edebiyat, sanat, felsefe tutkunu…Leo tolstoy a ithafen leo adını verdiği kedisiyle birlikte yaşamını sürdürmekte.

Aynı apartmanda yaşayan 11 yaşındaki Paloma ile Renee nin benzer duygu ve düşüncelere sahip olması, Paloma nın farklı ve farkında bir çocuk olmasından mı kaynaklanıyor acaba? Paloma doğumgününde intihar etmeye karar vermiş ve dünyaya bir kameranın ardından bakıyor.

Apartmana yeni taşınan Japon Bay Ozu hem Renee’nin hem Paloma nın hayatında yepyeni pencereler açıyor, acaba bu kişinin doğu kültüründen bir olması rastlantı mı?

Batı da insana sadece insan olduğu için verilen değer çoktan unutuldu mu, giyindiğimiz maskeler mi değer gören?

Renee’nin kedisi leo, palomanın kedileri anayasa ve meclis ve bay ozunun kedileri ise kitty ve levin. Kediler çok önemli ve manidar:)

“bayan micheli bir kirpiye benzetiyorum.dıştan bakınca dikenli,bir kale gibi korunaklı ama bana öyle geliyor ki içini görebilsek,aslında hiç de uyuşuk olmayan, nevi şahsına münhasır, sadece göze batmaktan sakınan, son derece zarif o yaratıklar gibi sanki.”

“hayatın bir anlamı yoksa buna katlanmanın bir yolu olmalı.”
“bütün mutlu aileler birbirinin aynı ama bütün mutsuz aileler birbirinden farklı.”

“paloma:çikolata neden bu kadar güzel? içeriği yüzünden mi ya da dişlerimizin arasında çıtırdamasının hoşumuza gitmesi yüzünden mi?ben en çok dilimin üzerinde eritmeyi seviyorum.
renee:–hakkın var.yeme şeklini her değiştirdiğinde sanki onu yeniden keşfediyorsun.”

Yine filmden çok hoşuma giden….”Ama her zaman başka biri olmanın bir yolu vardır değil mi?” Kesinlikle vardır:))

Film,

http://www.imdb.com/title/tt1442519/

Filmin müzikleri de ayrı güzel, yani tadından yenmez….

Herşeyin Teorisi – Stephan ve Jane harikasınız…

stef2

Stephan Hawking i hepimiz biliyoruz ünlü bir matematikçi, fizikçi,  bilim adamı olarak ve hastalığına rağmen başardıklarıyla. Karadelikler, evren, kuantum fiziği onun konuları. 21 yaşındayken ALS hastalığına yakalanıyor ona rağmen sağlıklı bir insan gibi yaşamını sürdürüyor ve tüm dünyaya, hepimize inanılmaz katkıları olan bir yaşam sürüyor.

“Benim teorime göre evrenimiz tek evren değildir. Bunun yanı sıra pek çok evren vardır.” diyor. Bir yaratıcı olduğu konusunda kuşkuları var adeta bunu ispatlamaya çalışıyor.

Stephan Hawking’in hayatı film oldu. Film daha çok karısı Jane le ilişkileri üzerine kurulu.

Stephan’ın hayatı tabi ki çok etkileyici. Sıradışı olmanın nasıl muhteşem olduğunu anlatan bir hayat. Ama sıradışı insanların nasıl sevgiden güç aldıklarını gösteren karısıyla ilişkileri bir başka muhteşem. O sevgi, tüm güçlükleri nasıl da aşıyor. Dünya cennet olmuyor belki ama 2 yıl ömür biçilen Stephan bu sevginin gücüyle yıllarca yaşıyor, 3 çocukları oluyor ve dünyaya inanılmaz eserler kazandırıyor.  Ve sonra yine aşık oluyor ve aşkının peşinden gidiyor. Şu an hala bu 2. eşiyle evliymiş.

Stephan’ın hayatında en çok hoşuma gidenlerden biri de dünyaya gülerek, eğlenerek, muzip bakabilmesiydi:) Dünya çok daha eğlenceli ve yaşanır oluyor o zaman. Çok keyifle izledim, çok etkilendim, uzun zaman etkisini sürdürecek gibi, izleyin derim……

stepha

Marina Abramoviç – Vücudum Sanatımdır….

Hayatımızı sadece yemek, içmek, dünya nimetlerinden faydalanmak arzularımızın peşinden gitmek olarak yaşayabiliyor ya da yaratarak, dünyaya yeni birşeyler katarak yaşıyoruz. Yaratırken dünya zaten bizim oluyor. Yaratmazsakta bir türlü tatmin olamıyoruz.
İki çok sıradışı insanla birlikteydim bu hafta ikisi de iki filmin başkahramanıydı.
İlki Marina Abramoviç… Wikipedia onun hakkında şöyle demiş…
Marina Abramović, 1960’larda ortaya çıkan vücut sanatı akımının (body art) önemli bir temsilcisidir.[1] Abramović performanslarıyla fiziksel ve zihinsel potansiyelin sınırlarını zorlayan ve araştıran bir sanatçıdır. Bir vücut sanatçısı olarak, kendini parçalara ayırmış, kırbaçlamış, buz kütleleri üzerinde vücudunu dondurmuş, psikoaktif ürünler ve hafıza kaybına uğramasına yol açan kas kontrol ürünleri almıştır. Performanslarının birinde alev alan bir perdenin altında boğularak ölme tehlikesi atlatmıştır.
Bu eserler, deneyimlerin ve sınırların yeni bir tanımını (vücudunu kontrol edebilme, sanat ve bunun uzantısı olarak toplumu belirleyen kodları) kimliklendirme serileridir. O halde onun sanatsal projesinin temelinde insanları özgürleştirmek adına hırslı ve derin bir niyet beslediğini görebiliriz.
“ Tehlikenin tanımını zorlayan ve kurcalayan sanat benim ilgimi çekiyor. Ve dahası, izleyenin gözlemi burada ve şimdi olmalı. Dikkatini tehlikede toplamak, şimdiki zamanın, şu anın merkezine kurulmaktır. ”
Abramović’in Belgrad’a sürüldükten sonraki ilk eserlerinde, aldığı katı eğitim ve Yugoslavya’nın savaş sonrası dönemi baskıcı kültürüne karşı asi tutumunu görmek mümkündü. Her çalışmasında olduğu gibi, eserleri bir bakıma kendi özgürlüğü adına tasarlanmış temizlenme ritüelleriydi.[1]

1975’te sanatçı özel hayatını ve hareketli sanat hayatını paylaşacağı Ulay (Frank Uwe Laysiepen) ile tanıştı. Birlikte oldukları yirmi sene boyunca beraber yaşadılar ve çalıştılar. Eserler ürettiler ve seyahat ettiler. Eserlerinde güç ve bağımlılık ilişkilerini izleyici ile üçlü bir iletişim kurarak incelediler. 1977’de ürettikleri bir işte, dudakları birbirlerine yapışıkken, boğazlarının yan tarafına yara bandıyla yapıştırılmış mikrofonlar Abramović ve Ulay’ın sırayla birbirlerinin ciğerlerindeki havayı içlerine çekişlerini kaydediyordu. Bu eylem iki taraf da susuz karbondan başka bir şey çekemeyinceye, bu da nefes darlığına varıncaya kadar sürdü. 1980’de gerçekleştirilen bir başka işte ise, Abramović’in göğsüne yöneltilmiş yaya gerili okun gerilimini taşıyan sadece vücutlarıydı. Mikrofonlar kalp atışlarının hızla yükselişini kaydediyordu.

1981-1987 yılları arasında, Abramović ve Ulay Nightsea Crossing adını verdikleri bir aksiyon serisini tüm dünyada gerçekleştirdi. Müzelerde canlı birer tabloymuşçasına kendilerini yerleştirdiler. Beraber yaptıkları son çalışma -Büyük Duvar Gezintisi (1988)- her birinin Çin Seddi üzerinde 2000 km. yürümesini gerektirdi. Her biri bir uçtan yürümeye başlayarak ortada buluştular.[1]

Marina’nın hayatı, hayat bakışı inanılmaz, küllerinden yeniden doğabiliyor, hayata, sanata, belki bedenlerimize bambaşka bakışlarımız olmasını getiriyor.
Ve tüm hayatını anlatan film çok etkiledi beni.

artist is preent

Balasana ve VaV…

Benbizhepimiz's Blog

Image

Tüm kadim öğretilerin ne kadar benzer olduğunu görmek hem çok güzel hem de hep şaşırtıcı ve çok keyifli. 

 Balasana çocuk duruşuda dediğimiz bir dinlenme duruşudur yogada. Duruşların arasında yorulduğumuzda bir moladır. Tıpkı hayat gibi dururuz, bırakırız herşeyi. Bedenimiz, belkemiğimiz sırtımız yavaş yavaş yere yaklaşır,  bırakırız  kendimizi yerçekimine. Tüm endişelerden, tüm zorluklardan  uzak, kendimizle, bedenimizle, nefesimizle kalakalırız. Sırtımızdaki tüm yüklerden kurtuluruz. Bu duruş birazcıkta anne karnındaki halimize benzer ve sırtüstü yapılınca da cenin duruşu olur zaten.  Annenimizin karnında gibi güvende, tüm sıkıntılardan uzak  öylece birkaç dakika kalmak ne iyi gelir. Çocukların bile en sevdiği duruşlardandır. Bu duruşta eğiliriz aynı zamanda kimliğimizi kişiliğimizide bırakır teslim oluruz. Yapabileceğimizi yapmış duruşlarımızla bedenimizi açmış dinlenmeye geçmişizdir herşeyden uzak. Bu duruş tüm fiziksel faaliyetlerden uzak ruhla buluşma anıdır aynı zamanda, ruha teslimiyettir. 

Image

Vav harfli bir yüzüğüm olunca baktım ne kadar benziyor vav ın anlamı çocuk ya da cenin duruşuna. 

Vav harfide insanın cenin halini ve secdedeki…

View original post 218 kelime daha

Ağaçlar resim yapıyor, kuşlar dansediyor, kediler gülümsüyor gördün mü:)

cropped-12685_10153849273325495_2098985379_n.jpg

İnsanların duyguları yüzünden okunuyor genellikle, eğer duygularını sergilemekten korkmuyorsan. Beni her gün gülümsetebilecek birşey bulabilirim:) Hepimiz bulabiliriz. Ama bazen gülümseriz bazen de sadece bakarız, hiçbir duygu uyandırmaz bizde. Genellikle acıda sıkıntıda, dram da kalmayı seviyoruz. Çünkü varolan dünya bize bunu pompalıyor ve bu bakış açısıyla baktığımızda herşey ne kadar kötü. Oysa kim söyleyebilir dağdaki bir çobanın bir plaza çalışanından daha mutsuz olduğunu. Ya da bazen bir çingene kızı Bağdat caddesi kızından daha kültürlüdür. Bazen sokakta kimsesiz büyümüş bir çocuk sevgiyle büyütülen bir çocuktan daha sevgi doludur. Bazen hasta biri çok sağlıklı birinden daha çok gülümser ve hayatın tadını çıkarır.

Hayat bu kadar acımasız ve zorken ne diyorsun sen diyenler çıkacaktır. Bende diyorum ki  biz acıda sıkıntıda kalmayı seçmesek dünya değişebilir…

Hayat her zaman gördüğümüzden çok daha fazlasıdır. Bugünlerde görünenin ötesinde ne kadar farklı şeyler olan şeyler olabileceğini ve duyu organlarımın algılarımın beni ne kadar yanıltabileceğini deneyimliyorum çokça.
Ve Adamus mesajı aslında neden dramda kalmayı seçtiğimizi ve bunun bazen ne kadar dar bakmak olduğunu çok güzel anlatmış:)

“Tam da hiç gerek olmayan zamanlarda dramayı hayatınıza getiriyorsunuz.
Hiç fark ettiniz mi, tam sular durulurken, siz tam hayatın coşkusunu
hissetmeye başlamışken o kör noktanızdan birşeyler – duygusal bir
fırtına, sorunlar, drama – çıkıp gelip nasıl da herşeyi berbat
ediyorlar? Ortaya çıkan o ağır duygular deneyimlemeye henüz başlamış
olduğunuz o suküneti nasıl da bulandırıyorlar.

Şimdi burada bir dakikalığına duralım. Bunun böyle olduğunu
biliyorsunuz, ben biliyorum. Peki neden oluyor? Sebep sizin çok zayıf,
çok kırılgan olmanız mı? Dünyanın yaşamak için çok zor bir yer olması
mı? Herkesin sizi kullanmak istemesi mi? Diğer insanların kendi
ihtiyaçları ve açgözlülükleriyle gırtlaklarına kadar dolu olması ve
her ne pahasına olursa olsun sizin güneşinizi gölgeleyecek olmaları
mı? Hayır. Hayır. Aslında siz dramaya sebep oluyorsunuz. Aslında siz
dramayı kendi hayatınıza çekiyorsunuz ve o da bir çok farklı şey
aracılığıyla sahneleniyor.

İlişkileriniz vasıtasıyla sahneleniyor. Refahınız, iş çevreniz
aracılığıyla sahneleniyor. Bedeninizde sahneleniyor. Evet, drama
bedeninizde sahnelenir çünkü bu eski, çok eski bir insan şablondur ve
siz bu şablona yakalanmış haldesiniz. Sizin için sanki değişmez bir
alışkanlık gibi ve bu noktadayken ağaçlara dikkat etmekten ormanı
göremiyorsunuz. Böylece şablon var olmaya devam ediyor. Sizin içinizde
programlanmış halde ve sürekli de pekiştirildi, sağlamlaştırıldı. Bu
yüzden siz de durmadan dramayı kendinize çekiyorsunuz, sonra da
yılgınlığa kapılıyor ve “Ama ne zaman birazcık ilerleme göstersem,
birşeyler gelip yolumu tıkıyor” diyorsunuz.

Dramayı depresyondayken kendinize çekiyorsunuz. Şu anda depresyon – ve
ben önümüzdeki birkaç yıl içerisinde depresyondan söz edeceğim.
Aslında akıl hastalığı olanlar, hastanede yatan ya da ilaç kullananlar
ve hatta zihinsel dengesizlik ya da depresyon yaşamakta olanlara bir
şekilde yardımcı olacağız, çünkü bu çoğu akademisyenin olduğunu
sandığı şey değil.

Şu anda depresyon – dinleyiciler için konuşuyorum, bu söylediklerim
bütün insanlar için geçerli değil, ama bunu dinleyenler için – kim
olduğunuzu anlamanız için yaratılmış bir çeşit boş alan. Depresyon,
tanrısallığınızı, kendinizi keşfedebileceğiniz, geçmişinizi
hatırlayabileceğiniz bu boş alana geliyor ancak depresyonun gelmesine
sebep olan bazı dinamikler de var.

Bunlardan biri eski insan halini bırakmakla ilgili hissedilen üzüntü.
İster inanın ister inanmayın, öyle. Eski insan halini bıraktığınız
için üzülüyorsunuz. Depresyona giriyorsunuz çünkü içinizde ruhunuzun –
kendi tanrısallığınızın – size günlük yaşantınızda katılmak istediğine
dair bir farkındalık var. Sadece spiritüel yaşantınızda değil, sadece
bazen gidip yüksek benlik dediğinizle bağlantıya geçtiğiniz diğer
alemlerde değil; tanrısallığınız tam şimdiye, şu ana gelmek istiyor.
Tam biz şimdi konuşurken, bu konuşmanın, bu yayının bir parçası olmak
istiyor. O gelmek istiyor ama siz onu yaklaştırmıyorsunuz.

Bir çeşit enerjiyle tanrısallığınıza, ruhunuza, Tanrı-Benliğinize
günlük yaşantınıza girme izni vermeyerek bir vakum yaratıyorsunuz. Bu
da depresyona sebep oluyor. Aslında bu, tanrısallığınızın,
Bütün-Benliğinizin burada olma zamanı olduğunu gösteren bir çeşit
işaret yada bildirim. Ama siz bunun sadece depresyon olduğu, sizde bi
sorun olduğu fikrine, enerjinizin neden bu kadar düşük olduğuna, neden
hiçbir şeyin sizi harekete geçirmediğine o kadar takılıp kalıyorsunuz
ki, ne yapıyorsunuz biliyor musunuz? Eh, evet, ne yaptığınızı
biliyorsunuz, çünkü az önce size söyledim. Drama yaratıyorsunuz. İnsan
draması, diğer insanlarla çatışma, bollukla ilgili sorunlar,
spiritüelliğinizle ilgili sorunlar yaratıyorsunuz. Spiritüelliğinize
dair harikulade bir drama yarattınız. Hastalıklar, acı ya da
yaralanmalar yoluyla fiziksel bedeninizde drama yaratıyorsunuz ve bu
drama size hayatta olduğunuzu hatırlatıyor. Dikkatinizi asıl
meseleden, benliğin Dünyadayken, bu yaşamınızda bütünlenmesinden
uzaklaştırıyor ve oyalanma aracı haline geliyor.

Bu enerjidir. Şeker bedeniniz için neyse drama da insan için odur.
Şeker biyolojiniz için ne ifade ediyorsa drama da psişeniz için
aynısını ifade eder. Bir çeşit tatmin, bir çeşit taşkınlık, sarhoşluk.
Dikkatinizi dağıtır ve genellikle sahtedir. Genellikle asılsızdır.
Drama olmadan yaşayabilirsiniz. Şimdi, “Evet, ama ya etrafımdaki bütün
bu insanlar – çocuklarım, eşim, birlikte çalıştığım insanlar,
televizyondaki drama – bütün bu dramadan nasıl kaçınabilirim ki?”
diyeceksiniz. Bilinçli ve kasıtlı bir seçim yaparak.

Ama bu seçimi yapmadan önce, doğabilecek bazı sonuçları açıklamama
izin verin. Drama olmayınca dikkatinizi dağıtacak olan o enerji –
şekere benzeyen, sahte enerji – size akmayacak. Önceden olduğu gibi,
size yaşadığınızı hatırlatan o şey olmayacak. Evet, drama – siz
dramayı kendinize yaşadığınızı hatırlatmak için, canınızın sıkılmasını
engellemek için kullanıyorsunuz. Drama olmadan, bir çeşit hiçliğin
içine gideceksiniz.

Bu arada, siz dramayı gerçek tutkunun yerine koyuyorsunuz. Bazılarınız
benimle rüyalarınızda ya da hatta bazen de uyanıkken bağlantı kuruyor
ve “Ama Adamus, benim tutkum nerede? Benim tutkum ne?” diyorsunuz.
Hemen önünüzde ama şu anda drama onun yerini almış halde. Bu yüzden,
sizi harekete geçiren, yaşama nedeni veren şey drama, tutkunuz değil.
Ama siz buna bir son verebilirsiniz.

Herbiriniz yeni bilincin öğretmenlerisiniz. Ben burada konuşurken,
söylediklerimin bir kısmını çok rahat anlıyorsunuz. Söylediklerimle
bağlantı kuruyorsunuz. Ama biz konuşurken, bir parçanız da direnmeye
ve isyan etmeye çalışıyor. Bir parçanız, “Evet, ama, ama, ama…” diyor.
Ama yok. Drama sizin ötesine geçebileceğiniz bir şey. Drama Eski
Enerji, çok insani ve artık size hiç yakışmıyor.

Sizden dramanın hayatınızda olduğu zamanların farkında olmanızı
istiyorum. Ah, siz artık drama istemediğinize dair o net, adanmış
seçimi yapana kadar yarın da, ondan sonraki gün de hayatınızda olacak.

Dramasız Hayat

Peki, dramayı salıverdikten sonra ne olacak? Çok kısa bir süre için
canınız fazlasıyla sıkılacak. Bu can sıkıntısı dramanın hayatınızda ne
kadar yer tuttuğunun farkına varmanızı sağlayacak. Uyanık
olduğunuzdaki deneyimlerinizin yaklaşık %93’ünün bir çeşit drama
etrafında şekillendiğini söyleyecek kadar ileri gideceğim. Bu drama
diğer insanlarlai kendinizle, veçhelerinizle, bedeninizle ilgili
olabilir, her zaman bunu sağlayacak bir şey vardır. Her zaman için
üstesinden gelmeniz, üzerinde çalışmanız, savaşmanız ya da kaçmanız
gereken birşeyler vardır. Ve bu dramadır. Kişisel enerjinizin ne
kadarını dramaya harcadığınızı hayal edebiliyor musunuz?

Kısaca, dramayı bıraktığınız zaman, çok kısa – ama çok etkili bir
zaman – için hayatın çok sıkıcı olduğunu hissedeceksiniz. Sizin drama
ihtiyaçlarınızı besleyen insanlarla dramatik ve aşırı duygusal biçimde
ilişki kurmayı bıraktığınız zaman canınız çok sıkılacak – “Sırada ne
var? Ne yapmam gerekiyor?” Dramaya geri dönmek için bir çekim
hissedeceksiniz, buna meyledeceksiniz, çünkü, aslında drama – bir
noktaya kadar – oldukça eğlencelidir. Bir noktaya kadar harekete
geçiricidir. Size – bir noktaya kadar – hayatta olduğunuzu hatırlatır.
Ve siz şu anda o noktadasınız.
Böylece kısa bir can sıkıntısı döneminden geçersiniz. Sanki
etrafınızda hiçbir şey yokmuş gibi olur. Sanki uçsuz bucaksız bomboş
bir çöldeymişsiniz gibi.. ve sonra kendinize sorarsınız “Peki, neden
yaşamam gerekiyor? Drama gitti, birlikte oynadığım insanların bazıları
gitti, Ruh denen şu şeyi hissetmiyorum, kozmik bilinç deneyimleri
yaşamıyorum, başka alemlerden varlıklar benimle konuşmuyorlar – neden
burada kalayım ki?”
İşte bu derin bir nefes aldığınız zamandır sevgili, çok sevgili
arkadaşlar ve öğretmenler. Kendinize en derin, en kesin ve en
birleşik, bağlantılı düzeyde güvendiğiniz zaman budur. Bunu
zorlamazsınız, sadece izin verirsiniz.

Çok kısa bir süre sonra, siz hala burada Dünyada fiziksel beden içinde
olduğunuz halde enerjinizi yeni alemlere genişletmeye başlayacaksınız.
Gerçek size doğru genişlemeye başlayacaksınız – gerçek size; dramaya
ihtiyacı olmayan, zihinsel değil, hissetme noktasından kendi içinde
huzurlu olmanın, kendi içinde tamamlanmanın ne demek olduğunu tam
olarak anlayan size. Kendinizle birlikte olmanın gerçek güzelliğini
anlayacaksınız.

Kendi bütünlüğünüzü ve aslında hep öyle olmuş olduğunuzu
anlayacaksınız ve… güleceksiniz; güleceksiniz ve güleceksiniz ve
güleceksiniz ve sonra muhtemelen biraz ağlayacaksınız, ama sonunda
“Sevgili Tanrım, Ruhun, Benim Ruhumun burada olduğunu söyleyip
duruyorlardı” diyeceksiniz ve birdenbire gerçekten de orada olduğunun
farkına varacaksınız.

Dramanın ne kadar yapay, cansız ve biçimsiz olduğunu ve artık ona
ihtiyacınız olmadığını fark edeceksiniz. Beslenmenin çok kötü bir
biçimi gibi görünecek. Çarpık, deforme edilmiş bir gerçeklik olduğunu
göreceksiniz.. Birdenbire kendinizin “ben Benim” prensibini
anlayacaksınız; dışarıdan enerji almaya ihtiyacınızın olmadığını,
herşeyin zaten orada olduğu gerçeğini; gücün çok uzun süre boyunca
oynadığınız muazzam bir ilüzyon olduğu gerçeğini; hayatın asla bir
mücadele olmasına gerek olmadığı, böyle tasarlanmadığı, aslında sadece
coşku ve keyif olduğu gerçeğini; zihnin çok güzel bir şey olduğu ama
sizin zihninizden çok daha fazlası olduğunuz gerçeğini ve kendinizi
yaratıcı bir varlık olduğunuz ama bu bu yaratıcı enerjilerin drama
tarafından tüketildiği ya da drama yüzünden alt üst olduğu gerçeğini
anlayacaksınız.

Çok, çok uzun süredir tanrısallığınızla, kendinizle, altın meleğinizle
ve tüm o diğer şeylerle bağlantı kurmayı bekliyordunuz. Aslında hep
bağlantıda olduğunuzu anlayacaksınız. Bütün bu diğer parçalarınız
yalnızca sabırla sizin dramayı aşmanızı bekliyorlardı.

Bu çok büyük bir felsefi nokta değil. Mistiklerle ve gurularla
çalışmanıza gerek yok. Yıllar ve yıllar ve yıllar süren meditasyonlara
ya da onun gibi çalışmalara katlanmanıza gerek yok. İhtiyacınız yok.
Ah, isterseniz yapabilirsiniz tabii. Bir anlamda, bu da kendi içinde
bir dramadır.

Tüm yapmanız gereken dramayla artık işinizin bittiğine dair o kesin,
kasıtlı seçimi yapmak ve ardından da geri çekilmek. Çünkü siz
“Dramayla işim bitti. Yaşamak istiyorum. Deneyimlemek istiyorum.
Yaratmak istiyorum. Artık dramaya ihtiyacım yok” dediğinizde her
parçanız bunu duyar. Kendinize karşı bu kadar net olduğunuzda her bir
parçanız bunu duyacaktır. Söyledikleriniz ruhunuzun derinliklerine
gidecek ve ruhunuz aldığı bu haberle sevinçten dans edecektir. Ve
ardından sadece geri çekilin, çünkü kendi içinizdeki, ruhunuzdaki
doğal süreç işlemeye başlar.

Evet, hayatınızda bazı değişiklikler olacak. Evet, bu, hayatınızda
bulunup dramanın fitilini ateşleyen insanların salıverilmesi anlamına
da gelebilir. Evet, kendinizle daha farklı bir ilişki kuracağınız
anlamına geliyor, artık daha fazla kurban rolünde olamayacağınız bir
ilişki. Ya yaratıcısınızdır ya da kurban. Ve dramayla, bu türde bir
beslenmeyle, bu türde bir varoluşla işinizin bittiğini ilan
ettiğinizde herşey değişir. Gerçekten öyle olur.
Şimdi geri çekilin. Zihninizden çıkın. Onu nasıl manipüle edeceğinizi
ya da hangi taktikleri kullanmanız gerektiğini düşünmeyi bırakın.
Sadece olmasına izin verin. Kendinize bu izni verecek kadar
güvenebilir misiniz? Tanrısallığınız, genişlemiş bilinciniz,
Tanrı-Benliğiniz dediğiniz o parçalara güvenebilir misiniz? Bu
parçalarınıza hayatınıza gelmeleri, her gün, her şekilde sizinle
olmaları için güvenebilir misin? İyi ve kötü ve güç ve meydan okuyucu
dediğiniz her şeyde? Ve aslında öyle değildirler. Bütün bu şeylerin
içindeki güzelliği görmeye başlayacaksınız.

Eğer söylenebilecek başka birşey kaldıysa sevgili arkadaşlar, o da
aslında çok basit olduğudur. Çok basit ve belki de bu yüzden bazen
sabrımı taşırıyorsunuz. Bu yüzden kimi zaman kendimi fazla ifade
ediyorum, fazla direkt oluyorum, çünkü çok basit. Bu basitlik
noktasına geri geldiğiniz zaman – basitlik dramanın antitezidir –
hayatınızda bu basitlik noktasına geldiğinizde, gerçek derinliğin ne
olduğunu anlayacaksınız.

Şimdi bu bir çelişki gibi görünüyor. İnsan zihniniz “Basitlik daha
basit olması demek” der. Ve bazen, zihniniz, duygularınız ve
veçheleriniz, bunlar karmaşıklığı severler çünkü drama karmaşada,
güçlüğün içinde sahnelenir. Basitlik noktasına geri geldiğinizde
gerçek derinliğin burada olduğunu, ruhun derinliğini, bilincin
derinliğini anlayacaksınız. Ama bu karmaşık bir derinlik değildir;
güzel bir derinliktir. Rahat, hakiki bir anlamı olan, gerçek sevgiyi
içeren bir derinliktir.

Bu benim bu geceki kısa mesajım. Umarım sizi zihninizden çıkarır.
Umarım sizi bu – ah, etrafınızda dolanan enerjiler ve veçheler var.
Onların enerjilerini hissedebilirsiniz. Bazen onların sizle konuşmaya
çalıştıklarını duyabilirsiniz. Bunlar size ulaşmaya çalışan
parçalarınız ama siz dramaya meşgulsünüz.

Suların durulmaya başladığı her seferinde siz fırtınayı getirmeye
çalıştınız. Şimdi derin bir nefes almanın zamanı, bunun ötesine
geçelim. Burada olma sebebimiz olan asıl işimize geçelim. Ah, yapacak
çok işimiz var bu arada. Çünkü kendi uyanış süreçlerine girmiş, bir
kaç yıl önce sizin yaşadıklarınızı yaşamaya başlayan, dünyada Tanrısal
insan olarak yaşamayı öğrenen, zihinlerinden, felsefeden, psikolojiden
uzaklamaya başlayan ve yalnızca kendi gerçek benlikleriyle bağlantı
kurmak isteyen milyonlarca insan var. Yani, önümüzde yapacak çok iş
var.
İster Kırmızı Çember’de, ister Işık İşçilerinde isterse de Kryon’un
grubunda ya da yeni bilince odaklanmış herhangi başka bir grupta olun,
bu işi yapmak için dramanın ötesine geçmeniz gerekecek.

Hatırlatmalar

Bitirirken sizinle iki şey paylaşacağım. Herşeyden önce, dramanın
hayatınızda nasıl sahnelendiğinin ve sizin de bunda rol aldığınızın
farkında olun. Dileğiniz an bağlantınızı koparabilirsiniz, ama bunu
yaptığınızda, herşeyin sıkıcı göründüğü bir periyoda girersiniz. Ama
değildir. Sadece daha yüce bir gerçeklik biçiminin yaşamınıza girmesi
için yer açıyordur. Sadece kendinizi harekete geçirmek, uyarmak
amacıyla dramaya geri dönmeyin, bu ayartmaya kanmayın.

Drama çok eski bir enerjidir. Çok ama çok düalitiktir. Şimdi biz
burada, Dünyada dramaya ihtiyaç duymadan yaşamanın yeni bir biçimini
keşfedeceğiz. Diğerlerinin kendi oyunlarını oynamalarına müsaade edin.
Onların dramayla dolu zamanlarının tadını çıkarmalarına izin verin ama
biz, gerçek bilince ulaşmak için bunun ötesine geçelim.”

Dramanın ötesine geçme zamanları, bir bıraksak kendimizi, bir hiçliğe doğru yolalsak, korkmasak gerisi gelecek….